Selanik göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1953'ün İstanbul'unda dünyaya gözlerini açmıştı rahmetli gazeteci-yazar Çetin Altan. "Sürekli kitap okuyarak geçirdiğim gençlik yıllarımda okumadığım kitap yoktur herhalde" diye tarif ettiği çocukluğu, yazarlık kaderini çok erken yaşlarda çizmiş olacak ki, lise yıllarında yazdığı öyküler ve denemeler edebiyat dergilerinde yayımlanıyordu bile.
On dokuz yaşında henüz, ilk kitabı "Yerçekimli Karanfil" yayınlandığında Üstad Muallim'le, yani Azra Erhat ile tanışmıştı. Öğretmen olarak geldiği Ankara'da öğrencisi olduğu o yılları "Erhat, benim gerçek anlamdaki ilk hocam oldu ve beni çok önemli bir şekilde etkiledi" sözleriyle anlatıyor Çetin Altan. Erhat'ın onun üzerindeki etkisi öylesine büyüktü ki, ilk karşılaşmalarından birinde düşüncelerinin o denli örtüştüğünü görünce "Birbirimizi öbür dünyadan tanıyoruz adeta" demişti.
Bu tesadüfî buluşmalar kaderin bir oyunu gibi devam etti. Çetin Altan da yıllar sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne asistan olarak girmiş, hocası yine Azra Erhat'tı. "Çetin Altan, Üstadın son öğrencisiydi ve onun hocasıyla yaşadığı özel ilişki, çok yetenekli bir yazar olmasına rağmen, hayatı boyunca bir çocuk gibi kalmasına neden oldu." diyordu kardeşi Mine Altan.
Yazarlığının ödülünü ise çok erken almıştı Çetin Altan. Daha yirmi dört yaşındayken "Yerçekimli Karanfil" isimli öykü kitabı TRT tarafından yılın en iyi kitabı seçilmiş, "Meneviyatçı Topraklar" romanı ise dönemin en prestijli edebiyat ödülleri arasında gösterilen Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştı.
Ancak Çetin Altan'ın kaderi yalnızca edebiyatla sınırlı değildi. Henüz yirmi altı yaşındayken gazeteciliğe de başlamıştı ve yazılarında hayatının amacını açık seçik ortaya koyuyordu: "Bu dünyada, haklıya sesini duyurabilmesi için, haksızlara boyun eğmemek için, eziyet edilen ve hor görülenlerin yanında yer alabilmek için uğraşmaktayım."
Önce "Dünya" ve "Milliyet" gazetelerinde çalıştı, ardından 1961 yılında "Akis" dergisini kurdu. Ancak basın dünyasında yaşadığı sıkıntılar onu farklı yönelimlere itti ve bir süre sosyoloji çalışmalarıyla ilgilendi. Bu dönemde kaleme aldığı "Sosyoloji Notları" ve "Sosyalizm Nedir" gibi kitaplar, toplumsal sorunlara eğilme konusundaki düşünsel derinliğini gözler önüne seriyordu.
1965'te "Tanin" gazetesinde gazeteciliğe dönüş yapan Çetin Altan, burada yazdığı "Nokta" adlı köşe yazılarıyla bir kez daha Türk basın tarihinde iz bıraktı. Olaylara alışılmadık açılardan yaklaşan, hiciv dolu ve düşündürücü bu yazılar, kısa sürede geniş bir okur kitlesine ulaştı. "Nokta", Türkiye'de liberal düşüncenin ve özgürlükçü çizginin sembolü haline geldi.
Ancak bu outspoken tavır, dönemin siyasi iktidarının da dikkatini çekmekte gecikmedi. Çetin Altan'a yönelik davalar ve hapis cezaları başladı. Hatta 1974 yılında "kan içici bir vampir" olarak tanımladığı dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e karşı yazdığı bir yazıdan dolayı cezaevine gönderildi. Ancak Çetin Altan, hiçbir zaman yılmadı, yazmaktan ve düşüncelerini ifade etmekten geri durmadı.
1985 yılında "Nokta"yı bıraksa da iki yıl sonra "Cumhuriyet" gazetesinde yeniden köşe yazıları yazmaya başladı. 1996'da "Nokta"yı geri getirdiği "Hürriyet" gazetesindeki yazıları, bir kez daha Türk basınının en çok okunanları arasında yer aldı.
Çetin Altan'ın hayatı boyunca yaklaşık altı yüzden fazla davayla karşı karşıya kalmasının tek nedeni, korkmadan yazması ve doğru bildiğini söylemekten çekinmemesiydi. O, her daim halkının yanında yer almış, haksızlıklara karşı mücadele etmiş bir aydın, bir gazeteci ve bir yazardı.