Karanlık bir sokağın yağmurlu kaldırımında yürürken birden bir gürültü duydum. Bir kapı aralanıyordu ve içeriden ışık süzülüyordu. Merakıma yenik düştüm ve aralık kapıdan baktım.
Küçük, loş bir avluydu burası. Duvarları tuğla örülü, tavanı eski bir çatı ile örtülüydü. Ortasında, yağmur damlalarının sesini boğan bir çeşme vardı. Avluyu çevreleyen kapılardan birinde, yaşlı bir kadın oturmuş, bir şeyler dikiyor gibiydi.
İçimde tuhaf bir huzur kapladı o anda. Sanki yıllardır görmediğim bir yere dönmüş gibiydim. Yağmurun sesini dinlerken, çeşmenin serin suyunun taşlara vurduğunu izlerken, kendimi düşündüm.
Hayatımın telaşı içinde, nefes almayı unuttuğumu fark ettim. Sürekli bir koşuşturma içinde, kendime bile zaman ayıramıyordum. Oysa burada, bu küçük avluda, zaman durmuş gibiydi. Yağmurun sesi, kendi içimdeki gürültüyü bastırıyordu.
Birden, avlunun diğer köşesinde, bir çocuk belirdi. Küçük bir topla oynuyordu, yağmur damlalarından hiç etkilenmemiş gibiydi. Çocuğun masum kahkahaları, avlunun duvarlarında yankılanıyor, bana uzun zamandır unuttuğum bir şeyleri hatırlatıyordu.
Çocukluktan beri, böyle bir huzur ve mutluluk hissetmemiştim. Yağmurun altında, o küçük avluda, hayatın aslında ne kadar basit olabileceğini anladım.
Yağmur dindiğinde, avludan çıktım. Arkama dönüp, bir kez daha o küçük dünyaya baktım. Hayatımın telaşından birkaç saatliğine kopmuştum ama bu bile bana çok şey öğretmişti. Bundan sonra, kendime daha fazla zaman ayıracağımı, hayatın küçük mutluluklarını görmeyi unutmayacağımı biliyordum.
O küçük avlu, benim için bir sığınak, bir huzur kaynağı olmuştu. Ve biliyordum ki, ne zaman ihtiyacım olsa, o küçük dünyaya dönebilir, hayatın anlamını yeniden hatırlayabilirdim.