Güneş, perdelerin arasından süzülerek uyandırdı beni. Yatağımdan kalkıp pijamalarımı çıkardım. Sıradan bir gündü, işe gitmekten başka bir şey düşünmüyordum. Hava güzeldi, kuşlar cıvıldıyordu. Her şey yolunda görünüyordu.
Yol kenarındaki küçük kahve dükkanına uğrayıp her sabah içtiğim gibi bir fincan kahve aldım. Kahvemi yudumlarken yoldan geçenleri izliyordum. Herkes aceleyle bir yerlere gidiyor gibiydi. Bazıları işine, bazıları okuluna, bazıları da alışverişe...
Kahvem bittiğinde otobüse bindim. Her gün yaptığım gibi orta kapıdan girdim ve en boş koltuğa oturdum. Otururken pencereden dışarı baktım. Gözlerim, kaldırımda yürüyen bir kadına takıldı. Yaşlıydı, elinde baston vardı ve yavaşça yürüyordu.
Kadını izlerken birden içimde bir şey kıpırdandı. Kendi büyükannemi hatırladım. O da yaşı geçkindi ve bastonla yürüyordu. Bir zamanlar çok sağlıklı ve dinçti, ama şimdi yaşlılık onu yavaşlatmıştı. Kadının bastonla yavaş yavaş yürümesini izlerken, onun hayatının ne kadar değiştiğini düşündüm. Bir zamanlar o da benim gibi hızlı ve çevikti. Şimdi ise hayatı yavaşlamıştı.
O anda, hayatın ne kadar kıymetli olduğunu anladım. Bizim için sıradan olan her şey, bir başkası için olağanüstü olabilir. Yaşlı kadının yavaş yavaş yürümesini izlerken, hayatın her anının tadını çıkarmanın ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Çünkü bir gün, o anlar da bizim için sıradan hale gelecek.
Otobüs durağında indim ve işe doğru yürümeye başladım. Hava hala güzeldi, kuşlar hala cıvıldıyordu. Ama bu sefer her şey farklı görünüyordu. Çünkü artık her anın kıymetini biliyordum. Sıradan günümün olağanüstü halini yakalamıştım.